(111) 30.Söz/3, Sh 220 | Ene | Ene, ayna misâl, vâhid-i kıyâsî, âlet-i inkişâf ve ma‘nâ-yı harfî'dir
Автор: Risale-i Nur Dersleri Ali KURT
Загружено: 2025-12-04
Просмотров: 961
Suâl: Ne için Cenâb-ı Hakk’ın sıfât ve esmâsının ma‘rifeti enâniyete bağlıdır? Elcevab: Çünkü mutlak ve muhît bir şeyin hududu ve nihâyeti olmadığı için, ona bir şekil verilmez. Ve üstüne bir sûret ve bir taayyün vermek için hükmedilmez. Mâhiyeti ne olduğu anlaşılmaz. Meselâ, zulmetsiz, dâimî bir ziyâ, bilinmez ve hissedilmez. Ne vakit hakîkî veya vehmî bir karanlık ile bir hat çekilse, o vakit bilinir. İşte Cenâb-ı Hakk’ın ilim ve kudret, Hakîm ve Rahîm gibi sıfât ve esmâsı muhît, hududsuz, şerîksiz olduğu için onlara hükmedilmez ve ne oldukları bilinmez ve hissolunmaz. Öyle ise, hakîkî nihâyet ve hadleri olmadığından, farazî ve vehmî bir haddi çizmek lâzım geliyor. Onu da enâniyet yapar. Kendinde bir rubûbiyet-i mevhûme, bir mâlikiyet, bir kudret, bir ilim tasavvur eder. Bir had çizer. Onun ile muhît sıfatlara bir hadd-i mevhûmvaz‘ eder. “Buraya kadar benim, ondan sonra onundur” diye bir taksîmât yapar. Kendindeki ölçücükler ile onların mâhiyetini yavaş yavaş anlar. Meselâ, dâire-i mülkünde mevhûm rubûbiyetiyle, dâire-i mümkinâtta Hâlik’ının rubûbiyetini anlar. Ve zâhirî mâlikiyetiyle, Hâlik’ının hakîkî mâlikiyetini fehmeder. Ve “Bu hâneye mâlik olduğum gibi, Hâlık da şu kâinâtın mâlikidir” der. Ve cüz’î ilmiyle onun ilmini fehmeder. Ve kesbîsan‘atçığıyla o Sâni‘-i Zülcelâl’in ibdâî san‘atını anlar. “Meselâ, ben, şu evi nasıl yaptım ve tanzîm ettim. Öyle de şu dünya hânesini birisi yapmış ve tanzîm etmiş” der.
Ve hâkezâ, bütün sıfât ve şuûnât-ı İlâhiyeyi bir derece bildirecek, gösterecek binler esrârlı ahvâl ve sıfât ve hissiyât enede mündericdir. Demek ene, ayna misâl ve vâhid-i kıyâsî ve âlet-i inkişâfve ma‘nâ-yı harfîgibi, ma‘nâsı kendinde olmayan ve başkasının ma‘nâsını gösteren, vücûd-u insaniyetin kalın ipinden şuûrlu bir tel ve mâhiyet-i beşeriyenin hullesinden ince bir ip ve şahsiyet-i âdemiyetin kitabından bir eliftir ki, o elif’in iki yüzü var. Biri, hayra ve vücûda bakar. O yüz ile yalnız feyze kābildir. Vereni kabul eder. Kendi îcâd edemez. O yüzde fâil değil, îcâddan eli
Sayfa 221
kısadır. Bir yüzü de, şerre bakar ve ademe gider. Şu yüzde o fâildir, fiil sâhibidir. Hem onun mâhiyeti harfiyedir. Başkasının ma‘nâsını gösterir. Rubûbiyeti hayâliyedir. Vücûdu o kadar zayıf ve incedir ki, bizzât kendinde hiçbir şeye tahammül edemez ve yüklenemez. Belki eşyânın derecât ve mikdarlarını bildiren mîzânü’l-harâre ve mîzânü’l-havagibi mîzânlar nev‘inden bir mîzândır ki, Vâcibü’l-Vücûd’un mutlak ve muhît ve hududsuz sıfâtını bildiren bir mîzândır.
İşte, mâhiyetini şu tarzda bilen ve iz‘ân eden ve ona göre hareket eden قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَا beşâretinde dâhil olur. Emâneti bihakkın edâ eder. Ve o enenin dürbünüyle, kâinât ne olduğunu ve ne vazîfe gördüğünü görür. Ve âfâkî ma‘lûmât nefse geldiği vakit, enede bir musaddık görür. O ulûm, nûr ve hikmet olarak kalır. Zulmet ve abesiyete inkılâb etmez. Vaktâki ene vazîfesini şu sûretle îfâ etti, vâhid-i kıyâsî olan mevhûm rubûbiyetini ve farazî mâlikiyetini terk eder. لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَلَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ der. Hakîkî ubûdiyetini takınır. Makam-ı ahsen-i takvîme çıkar.
Eğer o ene, hikmet-i hilkatini unutup, vazîfe-i fıtriyesini terk ederek kendine ma‘nâ-yı ismiyle baksa, kendini mâlik i‘tikād etse, o vakit emânette hıyânet eder. وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَا altında dâhil olur. İşte bütün şirkleri ve şerleri ve dalâletleri tevlîd eden, enâniyetin şu cihetindendir ki, semâvât ve arz ve cibâltedehhüş etmişler. Farazî bir şirkten korkmuşlar. Evet, ene ince bir elif, bir tel, farazî bir hat iken, mâhiyeti bilinmezse, tesettür toprağı altında neşv ü nemâ bulur. Gittikçe kalınlaşır. Vücûd-u insanın her tarafına yayılır. Koca bir ejderha gibi, vücûd-u insanı bel‘ eder. Bütün o insan, bütün letâifiyle âdetâ ene olur. Sonra nev‘in enâniyeti de bir asabiyet-i nev‘iye ve milliye cihetiyle o enâniyete kuvvet verip, o ene, o enâniyet-i nev‘iyeye istinâd ederek, şeytan gibi, Sâni‘-i Zülcelâl’in evâmirine karşı mübâreze eder. Sonra kıyâs-ı binnefs sûretiyle herkesi, hatta her şeyi kendine kıyâs edip, Cenâb-ı Hakk’ın mülkünü onlara ve esbâba taksîm eder. Gayet azîm bir şirke düşer. اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظ۪يمٌ meâlini gösterir. Evet, nasıl mîrî malından kırk parayı çalan bir adam, bütün hazır arkadaşlarına birer dirhem almasını kabul ile hazmedebilir. Öyle de, “Kendime mâlikim” diyen adam, her şey “Kendine mâliktir” demeye ve i‘tikād etmeye mecbûrdur.
Доступные форматы для скачивания:
Скачать видео mp4
-
Информация по загрузке: