(132) 26.Lem'a/12, Sh 271 | 15. Reca | Zevâl-i elem manevî lezzet olmasından bir nevi ibâdet sayılır
Автор: Risale-i Nur Dersleri Ali KURT
Загружено: 2025-12-27
Просмотров: 249
Onbeşinci Recâ: (Hâşiye) Bir zaman Emirdağ’ında ikāmete me’mur edildim. Tek başıma bir menzilde, âdetâ bir haps-i münferid içinde bana çok ağır gelen bu tarassudlar ve tahakkümlerle bana işkence vermelerinden, hayattan usandım. Hapisten çıktığıma teessüf ettim. Ruh u cânımla Denizli hapsini arzuladım ve kabre girmeyi istedim. “Hapis ve kabir, bu tarz-ı hayata müreccahtır” diyerek, ya hapse veya kabre girmeye karar verirken, inâyet-i İlâhiye imdâda yetişti. Kalemleri teksîr makinesi olan Medresetü’z-Zehrâ şâkirdlerinin ellerine yeni çıkan teksîr makinesini verdi. Birden Nûr’un kıymetdar mecmûalarından bir kalemle her mecmûadan beş yüz nüsha meydana geldi. Fütûhâta başlamaları o sıkıntılı hayatı bana sevdirdi. “Hadsiz şükür olsun!” dedirtti.
Bir mikdar sonra, Risâle-i Nûr’un gizli düşmanları, fütûhât-ı Nûriyeyi çekemediler. Hükûmeti aleyhimize sevk ettiler. Yine hayat bana ağır gelmeye başladı. Birden inâyet-i Rabbâniye tecellî etti. En ziyâde Nûrlara muhtaç olan alâkadâr me’murlar, vazîfeleri i‘tibâriyle, müsâdere edilen Nûr Risâlelerini kemâl-i merâk ve dikkatle mütâlaa ettiler. Fakat Nûrlar, onların kalblerini kendine tarafdâr eyledi. Tenkîd yerinde takdîre başladılar. Nûr dershânesi çok genişlendi. Maddî zararımızdan yüz derece ziyâde menfaat verdi. Sıkıntılı telâşlarımızı hiçe indirdi. Sonra gizli düşman münâfıklar, hükûmetin nazar-ı dikkatini benim şahsıma çevirdiler. Eski siyâsî hayatımı hâtırlattırdılar. Hem adliyeyi, hem maârif dâiresini, hem zâbıtayı, hem dâhiliye vekâletini evhâmlandırdılar. Partilerin cereyânlarıyla ve komünistlerin perdesinde anarşistlerin tahrîkâtıyla o evhâm genişlendi. Bizi tazyîk ve tevkîf ettiler ve ellerine geçen risâleleri müsâdereye başladılar. Nûr şâkirdlerinin fa‘âliyetine tevakkuf geldi. Benim şahsımı çürütmek fikriyle bir kısım resmî me’murlar, hiç kimsenin inanmayacağı isnâdlarda bulundular. Pek acîb iftirâları işâaya çalıştılar. Fakat kimseyi inandıramadılar. Sonra pek âdî bahanelerle ve zemherîrin en şiddetli soğuk günlerinde beni tevkîf ederek, büyük ve gāyet soğuk ve iki gün, sobasız bir koğuşta tecrîd-i mutlak içinde hapsettiler.
Hâşiye: Nûr’un te’lîfzamanı üç sene evvel bitmiş olduğundan bu Onbeşinci Recâ, ileride bir nûrcu tarafından İhtiyârlar Lem‘ası’nın tekmîline ve te’lîfine me’haz olmak üzere yazılmıştır.
Sayfa 272
Ben küçük odamda günde birkaç def‘a soba yakarken ve dâimâ mangalımda ateş bulunurken, za‘fiyetten ve hastalıktan zor dayanabilirdim. Şimdi ise, bu vaz‘iyette hem soğuktan bir sıtma, hem dehşetli bir sıkıntı ve hiddet içinde çırpınırken, bir inâyet-i İlâhiye ile bir hakîkat kalbimde inkişâf etti. Ma‘nen denildi ki: “Sen hapse medrese-i Yûsufiye nâmını vermişsin. Hem Denizli’de sıkıntınızdan bin derece ziyâde, hem ferah, hem ma‘nevî kâr, hem oradaki mahbûsların Nûrlardan istifâdeleri, hem büyük dâirelerde Nûrların fütûhâtı gibi neticeler, size şekvâ yerinde binler şükrettirdi. Herbir saat hapsinizi ve sıkıntınızı, on saat ibâdet hükmüne getirdi. O fânî saatleri bâkîleştirdi. İnşâallâh bu üçüncü medrese-i Yûsufiyedeki musibetzedelerin Nûrlardan istifâdeleri ve teselli bulmaları, senin bu soğuk ve ağır sıkıntını harâretlendirip, sevinçlere çevirecek ve hiddet ettiğin adamlar eğer aldanmışlarsa, bilmeyerek sana zulmediyorlar. Onlar hiddete lâyık değiller. Eğer bilerek ve garazla ve dalâlet hesabına seni incitiyorlar ve işkence ediyorlarsa, onlar pek yakın bir zamanda ölümün i‘dâm-ı ebedîsiyle kabrin haps-i münferidine girecekler ve dâimî sıkıntı ve azab çekecekler. Sen onların zulmü yüzünden hem sevab, hem fânî saatlerini bâkîleştirmeyi, hem ma‘nevî lezzetleri, hem vazîfe-i ilmiye ve diniyeyi ihlâs ile yapmasını kazanıyorsun” diye ruhuma ihtâr edildi. Ben de bütün kuvvetimle “Elhamdülillâh!” dedim. İnsaniyet damarıyla o zâlimlere acıdım. “Yâ Rabbi! Onları ıslah eyle!” diye, duâ ettim.
Bu yeni hâdisede, ifademde dâhiliye vekâletine yazdığım gibi, bu hâdise on vecihle kanunsuz olduğu ve kanun nâmına kanunsuzluk eden o zâlimler, asıl suçlu onlar olduğu gibi, öyle bahaneleri aradılar ki; işitenleri güldürecek ve hakperestleri ağlattıracak iftirâlarıyla ve uydurmalarıyla ehl-i insâfa gösterdiler ki; Risâle-i Nûr’a ve şâkirdlerine ilişmeye, kanun ve hak cihetinde imkân bulamıyorlar, dîvâneliğe sapıyorlar. Ezcümle; bir ay bizi tecessüs eden me’murlar, bir şey bahane bulamadıklarından bir pusula yazmışlar, “Said’in hizmetkârı bir dükkândan rakı almış, ona götürmüş” diye o pusulayı imza ettirecek hiç kimseyi bulamamışlar. Sonra yabancı ve sarhoş bir adamı yakalamışlar. Tehdîdkârâne “Gel, bunu imza et!” demişler. O da demiş: “Tevbeler tevbesi olsun. Bu acîb yalanı kim imza edebilir?” Onları o pusulayı yırtmaya mecbûr etmiş. İkinci Numûne: Bilmediğim ve şimdi de tanımadığım bir zât, atını beni gezdirmek için vermiş,
Sayfa 273
,,,
Sayfa 274-7
.. Bu nokta-i nazardan, mahbûslardan farzını kılanlar sabır içinde şükretmelidirler.
Доступные форматы для скачивания:
Скачать видео mp4
-
Информация по загрузке: