Boğaz'daki düğünden geniş pantolon giydiği için kovdular. Ama helikopter indiğinde herkes donakaldı!
Автор: Hayatın Gizli Yüzü
Загружено: 2025-10-16
Просмотров: 370
ŞALVARLI DİYE BOĞAZ'DAKİ DÜĞÜNDEN KOVDULAR… AMA YALI'NIN BAHÇESİNE HELİKOPTERİ İNİNCE HERKES DONUP KALDI!
Güvenlik görevlisinin eli omzumda o kadar sert duruyordu ki, beyaz gömleğimin kumaşında kırışıklıklar oluştuğunu hissedebiliyordum. Sesi boğuk, alaycı ve kesin bir kararlılıkla doluydu. Beni merdivenlere doğru iterken, o geniş holün mermer zemininde ayakkabılarımın çıkardığı ses, sanki tüm salonun duvarlarından yankılanarak misafirlerin kulağına ulaşıyordu. Çevremdeki kadınların mücevherli kolları durdu havada, erkeklerin viskili kadehlerini tuttuğu eller askıda kaldı. Hepsi bana bakıyordu. Kimisi merakla, kimisi tiksintiyle, kimisi de sadece boş bir ilgisizlikle. O an içimden geçen tek düşünce şuydu: Onların bilmediği bir gerçek vardı. O gösterişli salonun, kristal avizelerin ve mermer sütunların arkasındaki şirketin ayakta kalmasını sağlayan çek, şu an ceketimin iç cebinde duruyordu. Ama onlar bunu bilmiyordu. Bilmeleri de gerekmiyordu. Henüz.
Ayaklarımın altındaki zeminin soğukluğunu hissediyordum. Şalvarımın bol paçaları, görevlinin aceleyle beni dışarı çıkarma çabasıyla hışırdıyordu. Beyaz gömleğimin yakasını düzeltmeye çalıştım ama boşunaydı. Onur meselesi değildi artık, sadece o anı yaşamanın ağırlığıydı üzerimde. Salon kapısının önüne geldiğimizde, güvenlik görevlisi bir an durdu. Sanki bana son bir kez bakmam için fırsat tanıyordu. Geriye döndüğümde, gördüğüm manzara unutulmaz bir tabloydu. Yüzlerce insan, ipek elbiseler, smokingler, taşlı küpeler ve parlak ayakkabılar içinde bir araya gelmiş, görkemli bir ziyafetin tadını çıkarıyordu. Ortada, merdivenin başında, ev sahibi duruyordu. Kenan Bey. Ya da artık herkesin tanıdığı adıyla "İstanbul'un yeni lideri". Yüzünde memnun bir gülümseme vardı. Sanki az önce yaptığı şey, büyük bir başarıydı. Beni kovmak.
İçimden bir ses bana "Hayır, Ali. Sakın öfkelenme. Sakın bir şey söyleme," diye fısıldıyordu ama kalbimin atışları o kadar hızlıydı ki, o sesin üzerini örtüyordu. Nefes alıp verdim. Derin bir nefes. Güvenlik görevlisi kapıyı açtı ve beni dışarı itti. Kapı ardımdan kapandı. O anki sessizlik, sanki tüm dünya durmuştu. Bina dışında, İstanbul'un soğuk mart gecesi beni karşıladı. Rüzgar, yüzüme çarpıyordu. Şehrin gürültüsü, arabaların sesi ve uzaktan gelen müzik parçaları, o anda bana o kadar yabancı geliyordu ki. Ben, Hacı Ali, altmış iki yaşında bir Antepli, o an İstanbul'un en lüks semtlerinden birinin kapısında duruyordum. Kovulmuş. Aşağılanmış. Ama içimde bir şey vardı. O şey, zamanla büyüyecek ve sonunda o salon kapısından öyle bir girişle geri dönecektim ki, kimse o geceyi unutamayacaktı.
Şimdi size anlatmak istediğim şey, o geceye nasıl geldiğim, neden o salonda olduğum ve en önemlisi, onların beni neden bu kadar küçümsediği. Ama önce size kendimden bahsetmem gerek. Ben Hacı Ali. Gaziantep'in bağlarıyla, tarlalarıyla, zeytinlikleriyle büyümüş bir adamım. Babam, dedem, dedelerimin dedesi hep toprak sahipleriydik. Ama bizim zenginliğimiz, sadece para değildi. Onurdu, saygıydı, emeğin karşılığıydı. Küçükken babamın bana söylediği bir söz vardı: "Ali, bir insanın değeri, giydiği elbiseyle değil, yaptığı işle ölçülür." Ben bu sözü hayatım boyunca yanımda taşıdım. Ama İstanbul'un o parlak salonlarında, anladım ki bu söz herkes için geçerli değildi.
Ben hayatımı Antep'te geçirmiştim. Evlilik, çocuklar, torunlar ve her gün güneşin doğuşuyla birlikte tarlalara çıkmak. Ellerim topraktan anlıyordu. Zeytinlerin nasıl büyüdüğünü, fıstıkların hangi mevsimde hasat edileceğini biliyordum. Ama şirket işleriyle pek ilgilenmemiştim. Ta ki oğlum Mehmet, bana bir gün gelip "Baba, İstanbul'da bir şirkete yatırım yapmamız gerek. Bu bizim için büyük bir fırsat," deyene kadar. Mehmet iyi bir çocuktu. Üniversiteyi İstanbul'da okumuştu. Ekonomi biliyordu, rakamlarla arası iyiydi. Ben ona güveniyordum. Ama o gün bana anlattıkları, benim dünyamdan çok uzaktı. Teknoloji, yazılım, yurtdışı pazarlar... Bunlar benim için soyut kavramlardı. Ama Mehmet'in gözlerindeki ışık, bana güven verdi. "Baba, bu şirkete yatırım yaparsak, ailemizin geleceğini garantilemiş oluruz," dedi. Ben de kabul ettim.
O şirketin adı "Karadeniz Teknoloji"ydi. Kurucusu da Kenan Bey'di. Mehmet, Kenan Bey'le tanışmış, onunla görüşmüş ve bana onu tanıtmıştı. İlk karşılaştığımızda, Kenan Bey'in yüzünde bir samimiyet yoktu. Gözleri hep başka yerdeydi. Telefonu, bilgisayarı, toplantıları... Sanki ben orada değilmişim gibi davranıyordu. Ama Mehmet, "Baba, bu İstanbul tarzı. İnsanlar çok yoğun, aceleci," diye açıklamıştı. Ben o zamanlar "Yoğunluk da olsa, saygı her zaman vardır," diye düşünmüştüm ama sesli söylemedim. Yatırım yaptık. Büyük bir meblağ. Tarlalarımızdan, zeytinliklerimizden biriktirdiğimiz paranın büyük bir kısmını o şirkete aktardık. Kenan Bey, bize söz vermişti. "Hacı Ali Bey, sizin paranız bu şirketin kalbine akacak. Sizi asla mahcup etmeyeceğim," demişti. Ben de ona inandım. Çünkü bir insanın verdiği söz, benim dünyamda kutsaldı.
Доступные форматы для скачивания:
Скачать видео mp4
-
Информация по загрузке: